
Yaşlılık İstatistikleri Ne Söylüyor?
Türkiye'de yaşlı nüfusun artışı yalnızca demografik bir değişim değil, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve sağlık politikaları açısından da köklü bir dönüşümü zorunlu kılmıştır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2023 yılında Türkiye nüfusunun %10,2’si 65 yaş ve üzerindedir. Bu oran 2010 yılında %7,2 idi. Aradan geçen on üç yılda yaşlı nüfusun oranı belirgin biçimde artmış, yaşlanma süreci hızlanmıştır. Bu durum, Türkiye'nin artık "yaşlanan ülkeler" kategorisine girdiğini göstermektedir. Uzmanlar, mevcut eğilim devam ederse 2060 yılına kadar her dört kişiden birinin yaşlı olacağını öngörmektedir.
Türkiye'nin yaşlanma süreci, sanayileşmiş Batı ülkelerine kıyasla daha hızlı ilerlemektedir. Avrupa ülkelerinde yaşlı nüfusun artışı uzun yıllar içinde ve görece yavaş bir biçimde gerçekleşmişken, Türkiye bu dönüşümü birkaç on yıl gibi kısa bir sürede yaşamıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biri doğurganlık oranlarının düşmesi ve yaşam süresinin uzamasıdır. 2000’li yılların başında 70’li yaşlarda olan ortalama yaşam süresi, 2023 verilerine göre kadınlarda 81,1 yıl, erkeklerde ise 75,8 yıla ulaşmıştır. Bu ilerleme, tıptaki gelişmelerin, sağlık hizmetlerine olan erişimin artmasının ve genel yaşam koşullarındaki iyileşmenin bir sonucudur.
Yaşlı nüfusun artışı, toplumsal yapının yeniden şekillenmesine sebep olmaktadır. Geleneksel aile yapısında yaşlı bireylerin aile içinde bakımının üstlenildiği model; şehirleşme, çekirdek aileye geçiş ve kadının iş gücüne katılımının artmasıyla oldukça değişmiştir. Günümüzde yaşlı bireylerin bakım ihtiyaçları profesyonel hizmetler aracılığıyla karşılanmaya başlamıştır. Devlet destekli huzurevleri, gündüz bakım merkezleri, evde sağlık hizmetleri ve yaşlı dostu belediyecilik uygulamaları giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Ancak bu hizmetlerin nicelik ve nitelik açısından henüz yeterli düzeye ulaştığını söylemek mümkün değildir. Türkiye genelinde kamuya ait huzurevlerinde kapasite sınırlı, özel kurumlarda ise maliyet oldukça yüksektir. Bu nedenle yaşlı bireylerin büyük bir kısmı hâlâ aile bireylerine bağımlı yaşamaktadır.
Demografik yapının değişmesiyle birlikte yaşlılıkla ilgili politikaların çok boyutlu olarak ele alınması gerekmektedir. Yaşlı nüfusun artışı sadece sağlık sistemini değil, aynı zamanda emeklilik sistemini, sosyal güvenlik yapısını, kent planlamasını, ulaşımı ve konut tasarımını da etkilemektedir. Emeklilik yaşının yeniden düzenlenmesi, yaşlı bireylerin üretkenliğini sürdürmesini sağlayacak politikaların geliştirilmesi, aktif yaşlanmayı teşvik eden uygulamaların yaygınlaştırılması gibi adımlar oldukça önemlidir. Yaşlılık yalnızca bir "bakım ihtiyacı" olarak değil, aynı zamanda bilgi, deneyim ve sosyal katılım potansiyeli açısından da değerlendirilmelidir.
Türkiye'de yaşlı nüfusun artışıyla birlikte yaşlı yoksulluğu da önemli bir sorun haline gelmiştir. Özellikle tek başına yaşayan yaşlı kadınlar, kırsal kesimde yaşayanlar ve sosyal güvenlik ağı dışında kalan bireyler maddi açıdan büyük zorluklarla karşı karşıyadır. TÜİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre, yaşlı nüfus içinde yoksulluk oranı genel nüfusa kıyasla daha yüksektir. Emekli maaşlarının enflasyon karşısında erimesi, yaşlı bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çekmesine neden olmaktadır. Yaşlı yoksulluğu ile mücadelede sosyal yardımların kapsamı genişletilmeli, yaşlı bireylere yönelik pozitif ayrımcılık içeren politikalar geliştirilmeli; özellikle kırsal bölgelerde yaşlıların ekonomik ve sosyal hayata katılımını sağlayacak destek programları oluşturulmalıdır.
Türkiye’de yaşlı bireylerin sağlık sorunları da giderek artmaktadır. Kronik hastalıkların yaygınlığı, yaşlılıkla birlikte gelen çoklu hastalık durumu (multimorbidite), ilaç kullanımındaki karmaşıklık ve sağlık hizmetlerine erişim sorunları, yaşlı sağlığı alanında çözülmesi gereken önemli konular arasındadır. Sağlık sisteminin, yaşlı bireylerin özel ihtiyaçlarına yanıt verecek biçimde yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Geriatri uzmanlarının sayısının artırılması, evde bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılması, yaşlı dostu hastane uygulamalarının geliştirilmesi bu alanda atılabilecek önemli adımlardandır. Yaşlı bireylerin psikolojik sağlığı da göz ardı edilmemelidir. Yaşlılık döneminde yalnızlık, depresyon, anksiyete ve bilişsel gerileme gibi sorunlar sık görülmektedir. Toplum temelli ruh sağlığı hizmetleri, yaşlı bireylerin yaşam kalitesini artırmada belirleyici rol oynayabilir.
Kentleşmenin hızlanmasıyla birlikte yaşlı bireylerin kent yaşamına katılımı da gündeme gelmektedir. Erişilebilirlik, ulaşım, park ve yeşil alan düzenlemeleri, kamusal alanların güvenliği yaşlı bireylerin gündelik yaşamda karşılaştığı başlıca sorunlar arasında yer almaktadır. Yaşlı dostu şehirler, yalnızca fiziksel değil, sosyal ve kültürel katılımı da teşvik eden yapılar olmalıdır. Belediyelerin yaşlılara yönelik sosyal etkinlikler, gönüllülük programları ve beceri geliştirme atölyeleri düzenlemesi, yaşlıların toplumsal bağlarını güçlendirmelerine yardımcı olacaktır. Ayrıca yaşlıların dijital teknolojilere erişimi de önemlidir. E-devlet hizmetlerinin, mobil uygulamaların ve dijital bankacılığın yaşlı bireyler tarafından kullanımı kolaylaştırılmalı; dijital okuryazarlık programları yaygınlaştırılmalıdır.
Demografik dönüşümün etkileri yalnızca bugünün değil, geleceğin de planlamasında göz önünde bulundurulmalıdır. Türkiye’de doğurganlık oranı 2023 yılı itibarıyla 1,51’e düşmüştür. Bu oran, nüfusun kendini yenileme düzeyinin altındadır. Bu durum, uzun vadede çalışma çağındaki nüfusun azalmasına ve yaşlı bağımlılık oranının artmasına neden olacaktır. Yani gelecekte daha az sayıda genç, daha fazla sayıda yaşlı bireyi ekonomik ve sosyal açıdan desteklemek zorunda kalacaktır. Bu kırılgan yapının önüne geçebilmek adına uzun vadeli sosyal politikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Eğitimden sağlığa, istihdamdan sosyal hizmetlere kadar pek çok alanda yaşlılık perspektifiyle politika üretmek kaçınılmaz hale gelmiştir.
Türkiye, yaşlılık açısından yeni bir döneme girmiştir. Bu süreci sağlıklı ve dengeli yönetebilmek adına yaşlanmanın sadece bireysel bir süreç olmadığını, toplumsal bir mesele olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Yaşlı bireylerin yaşam kalitesini artırmak, aktif ve sağlıklı yaşlanmayı desteklemek, kuşaklar arası dayanışmayı güçlendirmek ve yaşlılara yönelik ayrımcılıkla mücadele etmek gerekmektedir. Yaşlılığı toplum olarak bir yük değil, birikim olarak görmek; yaşlı bireyleri hayatın dışında değil, tam merkezinde konumlandırmak, önümüzdeki yılların en önemli sosyal sorumluluklarından biri olacaktır.