
Emekli Kimya Operatörü Hasan Dede
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Ben Hasan Gül, 1954 yılında Makedonya’nın Bayrambos köyünde doğdum. 1967 yılında Türkiye’ye geldik ve gelir gelmez sosyal bir hayata atıldım. Okumayı, insanlarla sohbet etmeyi çok seven bir emekliyim. Gençlik yıllarınız nasıl geçti? Meslek hayatınız nasıldı? Hayatım boyunca farklı işlerde çalıştım fakat son olarak Egekimya isimli bir fabrikada görev yaptım. Çalıştığım iş, kimya üzerindeydi. Operatör olarak, yani yetiştirilmiş bir kimyager ya da halk arasında söylendiği şekliyle "yarı kimyager" olarak çalıştım. Reaksiyon yapıyorduk; fabrikamızda on iki bölüm vardı ve ben on birinde de çalıştım. Bizim işimize "mal karışımı" da derlerdi. Hammaddeleri karıştırıp madde üretiyorduk. Bu fabrikada 8-10 sene kadar çalıştım. Özel sektörde çalışmanın zorlukları elbette vardı; kimileriyle tartıştık, kimileriyle anlaştık ama kaç yılım böyle geçti. Gençlik yıllarımda spor gibi faaliyetlere pek yer olmadı, çok çalışırdım ama işimi severek yaptım. Hâlâ rüyalarıma girer, kendimi makinelerin arasında görürüm. Yaklaşık 20-25 senelik bir çalışmanın ardından emekli oldum. Sonrasında da küçük bir müessesede beş sene kadar çalıştım.
Fabrikada neler üretirdiniz? Hâlâ hatırladığınız karışımlar var mı?
Tabii, bugün gitsem yine yapabileceğimi düşünüyorum. Her maddenin makinesi var. Onca maddeden bir tanesini eksik ya da fazla koyduğunuz zaman bunu laboratuvarda tespit ediyorlar. Aslında birçok şey üretirdik... Mesela egesil. O, plastik üzerine ne düşünüyorsanız, aklınızdan ne geçiyorsa onun hammaddesidir. Örneğin araba lastiklerinin hammaddesi, bizden alınırdı. Tabii sadece lastik değil, dediğim gibi... Genel olarak plastiğin hammaddesi diyebiliriz. Camı eritip yapıştırıcı yapardık. Ayakkabıcılarda filan kullanılırdı. Adına cam suyu derdik. Önce fırında camı yapardık. Kastamonu'dan hammadde olarak sarı bir kum gelirdi. Onunla karışım yapardık, fırına verip eritirdik, cam olurdu. O camları yeniden erittikten sonra da oluşturduğumuz cam suyunu bidonlara koyup gereken yerlere gönderirdik. Bir diğeri, sofrada yediğimiz tuzdu. “Akar, akar, akar…” diye bazen reklamlarda çıkardı eskiden. İşte biz o tuzun akmasını sağlayan bir madde üretirdik. Tuzun içine karıştırılır ve tuzun kaymasını sağlardı.Bir ara da çamaşır makinelerinde kullanılan sabunları ürettik. Kalıp ya da sıvı sabun değil. Küçük küçük, ince ince olan sabunlar... Yani rendelenmiş. Marketlerde hâlâ satılıyorlar deterjan olarak. Şampuan bile ürettik.
Dönem dönem değişiyor muydu yani ürettikleriniz?
Tabii tabii... İhtiyaç neyse araştırılırdı, onu üretirdik. Mesela emaye kısmında da 18-19 maddeyle karışım yapar, deposuna gönderirdik. Peki emayeler ne işe yarıyor derseniz... Buzdolapları, soba boruları, bulaşık ve çamaşır makineleri, arabaların üzerlerinde bile kullanılırdı. İşte biz, onun hammaddesini üretirdik. Hatta bizden önce orada plastik et bebek de üretmişler.
Peki şu anda günleriniz nasıl geçiyor? Neler yapıyorsunuz?
Hafta sonu çocuklarım, torunlarım geliyor. Onlar geldiğinde çok mutlu oluyorum. Çoğu zaman evde vakit geçiriyorum ama sağlığım yerindeyse camiiye gidiyorum. Kitap okuyorum, haber izliyorum. Günlerim, bazen ibadetlerle bazen okumayla bazen de halkla istişareyle böyle gelip geçiyor işte... Bu dönemde yaşlı olmak size nasıl hissettiriyor? Bir çınar gördüğümde dalına, köküne bakıp içimden “Acaba kaç yıllıktır, neler görmüştür?” diye geçiriyorum. Yaşlıları da çınarlara benzetiyorum. “Yaşadıkları onca yılda kim bilir neler görmüşlerdir…” diyorum. Tuhaf ama emeklilere sorduğumda hayatlarının çok kısa bir dönemini anlatabildiklerini görüyorum. Zamanında yaşlılara, kendimiz hiç yaşlanmayacakmışız gibi bakardık ama şimdi biz de yaşlandık. Artık onlara hak veriyorum… Hakikaten de yaşlılık, koca bir çınara benziyor. Bazen benden yaşlısı bana dede, abi, amca diyor fakat kendinin de bir yaşlı olduğunu unutuyor. Herkes gibi beğendiğimiz şeyler de var, beğenmediğimiz de ama öyle büyük bir sıkıntımız yok, çok şükür. Zaten hayat dediğinin içinde zorluğu da kıtlığı da iyi günü de kötü günü de olur ama kaldığı yerden bir şekilde devam ediyor.
Gençlik yıllarınızda yaşlılara bakış nasıldı? Aklınızda kalan bir anı var mı?
Gençlik yıllarımda yaşlılara kendim de yaşlıymışım gibi bakardım. Onlarla çok zaman geçirirdim. Mesela yaşlılarla bir araya geldiğimiz zamanlarda onların yanına otururdum. Onlardan ne öğrensem benim için kârdı ama hepsi göçüp gitti artık... Kusuru genelde kendimde arardım. Onlar da insan. Elbette hataları da olur ama onlarla geçirilen her andan bir şeyler almak, onlara nezaket göstermek lazım. Çünkü günün birinde herkes yaşlanacak. Yaşlanınca hürmet görmek isteyen, gençken hürmet etmekten geri durmamalı.
Bugünle geçmişi kıyasladığınızda sizce neler değişti? Gençlerimiz hakkındaki düşünceleriniz neler?
Bugünkü gençlikle bizim gençliğimiz arasında tabii ki çok fark var. Büyüklerine karşı konuşmaları, tavırları, anlayışları bizim zamanımızdaki gibi değil. Onların yaşlarında olduğumuz dönemlere baktığımda genel bir farklılık görüyorum ama değişen şeyler olacak tabii... Önceden iletişim araçları çok azdı. Şimdi öyle değil. Mesela okul hayatımız arasında da bayağı farklılıklar var. Ben bir kalemle bir defterle sınıfı bitirirdim. Kitabı arkadaşlarımdan alıp da okuyabilirdim. Böyle bir okul hayatım vardı benim. Şimdiki gençlerimizin kitap, defterleri çeşit çeşit... Bugün internet gibi birçok iletişim aracından faydalanabiliyorlar ve bizim yıllarımızda bunlar yoktu. Şartlar bir değil; haliyle anlayışları, beklentileri de bizimkiyle bir değil. O yüzden genç birini görünce kendimi onun yerine koyuyorum. "Ben o yaşlarımda ne yapıyordum?” diye hatırlamaya, onu anlamaya çalışıyorum. Çünkü sosyal hayatımız arasında da büyük farklılıklar var. Ben kafe hayatı ne bilmem ama bu da artık bizim sosyal hayatımıza girmiş mi girmiş… Güzel yönleri de vardır tabii ama hayat, kafede kazanılmaz. Lütfen bunu da unutmasınlar. Daha aktif olsunlar.
Gençken yaşlılardan öğrendiğiniz şeyler oldu mu? Bugün bir yaşlı olarak gençlere neler tavsiye edersiniz?
Yaşlılardan aldığım dersler elbette oldu. Mesela bize sıkıntılarla nasıl başa çıkacağımızı, olanla nasıl yetineceğimizi ve en önemlisi, gelenek göreneklerimizi öğrettiler. Nasıl davranmamız konusunda bize hep örnek oldular. Göçüp gittiler fakat bize değerlerimizi miras bıraktılar. Önceden yaşlılarımız konuştukları zaman onlardan muhakkak bir şeyler alırdık ama şimdiki yaşlılarda maalesef ki bunu göremiyoruz. Onlar da şimdi genç gibi konuşuyor, giyiniyor, davranıyor... Genç ne alsın ki o yaşlıdan? Bunun böyle olmaması lazım. Yaşlıların da değiştiğini düşünüyorum ama güzel bir değişiklik değil bu. Tavsiyeye gelince… Nereden başlasam bilmem ki. Hayata bakıp ondan ibret almalarını, en başta bedenlerine sahip çıkmalarını tavsiye ederim. Çünkü bugün gördüklerini yarın göremeyecekler. Bugün duyabildiklerini duyamayacak, belki yiyebildiklerini yiyemeyecekler. Şeker hastası olunca hayatını sadece ısırgan otuyla sürdürenleri gördüm. Sağlığı olmayan, maddi imkanı olsa da yiyip içemez. O yüzden sağlıklarının ve zamanlarının kıymetini iyi bilsinler. Hayatlarını, bir gün biteceğini bilerek yaşasınlar. Biz de gençtik ama göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor her şey. Çok iyi Makedonca konuşurdum çocukken. Okulda dersini görürdük ya da çarşıya inince Türkçe konuşmazdık ama uzun bir zamandır Türkiye'de olunca hepten unuttum. Bunda yaşlılığın payı da büyüktür tabii... Sadece bir örnek. Bu yüzden sağlık konusunu bu kadar önemsiyorum. Olan olduğunda, vakit geçtiğinde geri gelmiyor bir daha; bir dönüşü yok. Zaten böyle şeyleri onlar bizden daha iyi bilirler. Çünkü internetleri var, bir soru sordukları zaman cevabı hemen geliyor. Önceden böyle imkanlarımız yoktu.
Kendilerine "Elli sene sonra ben ne olacağım?" diye sorsunlar. Tarihlerini unutmasınlar. İleriyi düşünerek hareket etsinler; memleketleri, vatanları için bir şeyler üretsinler. Tüketen değil üreten bir gençlik olmalarını çok isterim. Gelişmiş ülkelere baktığımızda Çin, bugün bir trilyonun üzerinde herhalde. Otobüse bindikleri zaman bile gidecekleri yere kadar bir telefon tamir ediyor ya da parçalarını ekliyorlarmış. Yani sürekli bir şeyler üretiyorlar. Bizim insanımızsa bir işi yaptı mı ikincisini yapmak istemiyor, onu anlatmaya çalışıyorum. Ben yirmi sene çalıştım. Sekizde işbaşı yapardık. Onca sürede iki kez, en fazla üç kez 15 dakika geç kalmışımdır. Bizim camiide hoca, sabah namazlarına çoğu zaman gelmiyor. Diğer bir tavsiyemse bir gün kendilerinin de yaşlanacağını düşünerekten hareket etsinler. Yaşlılarına, yaşlılıklarında görmek isteyecekleri muameleyi göstersinler. Onlara itaat etsinler, sevsinler, saysınlar. Bunlar çok kıymetli şeyler ama tek taraflı da olmamalı tabii. Onlar bizim geleceğimiz, çok değerliler. Birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var gerçekten de... Burada iş sadece gençlere düşmüyor. Yaşlıların da örnek olması lazım. Onların yaptığı hatayı ihtiyarların yapmaması lazım. Herkes yaşına uygun davranmalı. Ona onun gibi cevap verirsek ne farkımız kalır? Daha önce de bahsettiğim gibi, maalesef bizimkilerde de örneklik bir durum göremiyorum artık. Kendime gelince... Becerebiliyor muyum bilmem ama eskileri örnek almaya gayret ediyorum. Yine de birçok eksikliğimi görüyorum. Onlar bir başkaydı…
Son olarak da şunu söyleyeyim, ne olursa olsun hayat devam ediyor. İçinde kıtlığı da bolluğu da iyi günü de kötü günü de var. Bir büyüğümüz "Ben hayatı indiyle bindiye bağlarım. Otobüse binerim, inemeyeceğimi düşünürüm; inince de bir daha bu otobüse binemeyeceğimi düşünürüm." demiş. Nasıl ki hava bir gün güneşli, bir gün bulutluysa hayat da öyle. Bizim güneşimiz de her zaman açmayabiliyor. Önlerinde koca bir yol var. Bir kere taşa takıldılar diye hep düşecek halleri yok ya… Bunu hiç unutmasınlar ve karamsarlığa kapılmasınlar.
Şu anda karşınızda genç haliniz dursaydı ona vereceğiniz en iyi tavsiye ne olurdu?
Gençliğini hatırlayınca diyorsun ki "Keşke şu sözü söylemeseydim, şunu yapmasaydım." Zaten "keşke" pişmanlık sözüdür ya... Ama bu da gençliğin verdiği bir şey. Her insan hata yapar, özellikle de gençliğinde. Karşımda genç Hasan duruyor olsaydı ona derdim ki: “Ecdadımız günü üçe ayırırmış: Dün, bugün ve yarın. Dün, geçmiştir; geri gelmez. Yarın, gelecektir ama nasıl geleceği belli değildir. O yüzden bugüne bak, bugünden ibret al. Onlar, hayatlarını böyle düşünerek yaşamışlar. Sen de öyle yaşa.” Yani kendime o güne odaklanmasını; elinde olmayanlar için değil, değiştirebileceği şeyler için uğraşmasını tavsiye ederdim.
Gençlik yıllarınızda çok istediğiniz ancak çeşitli sebeplerle gerçekleştiremediğiniz bir hayaliniz oldu mu?
Okulum bittikten sonra elime pastanede çalışma fırsatı geçmişti. Buna hakikaten de hevesliydim. Pastane ürünlerini yapmak istiyordum, bir nevi pastacılık yani. Böyle bir hedefim vardı. Gelip babama "Bize ver bu çocuğu, sıfırdan yetiştirelim." demişlerdi. Şimdi rahmetli olmuşlardır... O zaman çıraklık dönemi vardı, onlar maaş almazlardı. Kısa bir süreç değildi ve o zamanda da evin geliri olmadığı için rahmetli babam beni oraya vermemişti. Bazen aklıma geldiği olur… İçimde kalmıştı ama nasip değilmiş.
Gençlerin yaşlılarla kurduğu ilişkilerde eksik bulduğunuz ya da geliştirilmesini istediğiniz yönler var mı?
Gençlerin, kendilerini yaşlılarla bir tuttukları oluyor, evet. Bazen "Sen ne bilirsin?" ya da "Senin geçmişin, tecrüben beni ilgilendirmez." anlamında tavırlara şahit oluyorum fakat yaşlılar, çok şey bilirler. Tabii biz, onlar gibi düşünemeyiz; onlar da bizim gibi düşünemezler. Benzer hayatlar yaşamadık ki… "Ben yaptım, ben ettim, ben çalıştım, ben kazandım." diyebiliyorlar. Öyle bir şey yok. Bu bencil bakış açısının değişmesini istiyorum. Biz olmayı yeniden öğrenmeliyiz. Bazen yalnızca bu dünya gözüyle bakıyorlar olaya ama birçok şeyi kaçırıyorlar. Ne gibi diyeceksiniz... Bir dağa baktığınız zaman ona sadece dağ deyip geçerseniz ondaki bitkileri, kayaları, içindeki hayatları yani uzaktan gördüğünüz kadar olmadığını fark edemezsiniz. Saygıda olsun, iletişimde olsun gençler bugün yaşlıları pek önemsemiyor. Sanki yaşlanmış bir ağaç gibi görüyorlar. Belki de bizi başlarından savmak istiyorlar ama tabii ki içlerinde iyileri de var. Sadece gittikçe azalıyorlar. Onları gördüğüm zaman ben hal hatır soruyorum, onlar bana sormuyorlar. Aramızdaki fark, bu… Halbuki küçüğün sorması daha uygun olur. Şimdiki gençlerimizin yaşlılarla iletişimi pek iyi görünmüyor ama inşallah daha iyi olur. İlim demek, kendini ondan büyük görmek değildir ki. İnsanlara karşı davranışlarını, hal hareketlerini değiştirebiliyorsa ilimdir. Çocuklar, sözde okuyorlar ama maalesef; bu durum sosyal hayatlarına pek yansımıyor. Bir anımı anlatayım: Bir gün parkta otururken çocuklar geldi. Karşımıza oturdular. Baktım, çekirdeği yere atıyor. "Oğlum, sizde çevre temizliği dersi var mı?" dedim. Olduğunu söyledi. "Ben senin öğretmenin olsam sana o dersten 0 verirdim." deyince nedenini sordu. Çevre temizliğinden bahsediyorsun ama çekirdeği yere atıyorsun... Dersini görüyorlar, belki yüksek not alıyorlar fakat çevreye önem vermiyorlar. İçtikleri sigarayı, yedikleri gofretin kabını yere atıyorlar. Olmaz böyle... İrtibatta olduğum gençlerimiz de var tabii. Bana hürmet ediyorlar, sağ olsunlar. Ben onlara abi, kardeşim diye hitap ediyorum. "Ben senin abin olamam, kardeşin olurum ancak." diyorlar. Oysa ben onlara yakınlık kurmak için bu kelimeleri kullanıyorum ama bağlarımız genel olarak zayıfladı. Arkadaşlarına kötü kötü kelimeler kullananları görüyorum. "Niye arkadaşım dediğine böyle şeyler söylüyorsun? Bu nasıl olur?" diye soruyorum. Daha geçen gün yaşadım bunu. Arkadaşına ayı diyor... Ayıyla ayı arkadaşlık yapar. Bu söz sana da dönmüyor mu? "Amca, ben öyle düşünemedim." diyor. İşte ben de ona düşünemediği için bu soruyu sordum. Arkadaşlarınıza güzel sözler söyleyin ki onlardan da güzel sözler duyun.
Bir yaşlı olarak, toplumda yapılmasını istediğiniz bir değişiklik var mı?
65 yaş üstüne toplu taşıma ücreti alınmıyor mesela, bu güzel bir şey. Bu tarz başka incelikler de sunulmalı mı? Tabii ki sunulmalı. Ne gibi şeyler derseniz... Yaşlılara uygun toplanma alanları oluşturulabilir mesela. Onların sosyalleşebileceği, bunu yaparken de bir şeyler öğrenebileceği alanlar. Gerçi kıraathaneler var fakat eskisi gibi değiller ki... Yaşlıların sosyalleşmesine yönelik nitelikli adımlar atılabilir.
Son olarak, geçen onca yıl size neler öğretti?
Artık bana “Amca, sen düne kadar bastonla gezmiyordun; şimdi geziyorsun." diyorlar. "Ben de aynı şeyi bizden önceki yaşlılara diyordum, şimdi de siz bana diyorsunuz." diyorum. Hayat böyle işte... Bana her şeyin göz açıp kapayıncaya kadar çabuk geçtiğini öğretti.